Sn.TAŞPINAR
http://www.kuranvebilim.com/k_mucizeleri/yer1.htm Bu Sitede Atmosfer Katmaları 7 Olarak Açıklanmış Dikkat Edilmesi Gereken Sitedeki Kaynak,
Kimyasal içerik veya hava sıcaklığı ölçü alınarak yapılan tanımlamalarda, Dünya'nın atmosferi 7 katman olarak belirlenmiştir. 9Bugün halen 48 saatlik hava durumu tahminlerinde kullanılan ve "Limited Fine Mesh Model" (LFMII) olarak adlandırılan atmosfer modeline göre de atmosfer 7 katmandır.
Kaynak Olarak Şu Adres Verilmiş,
9)
http://www.tpub.com/weather3/4-27.htm ; Numerical Prediction Models used by NWS.
Adrese Girdiğiniz Zaman,
Limited Fine Mesh Model II (7 Atmosfer Tabakası Olarak Ele Alınmış)
Nested Grid Model ( 167 Atmosfer Tabakası Olarak Ele Alınmış)
Spectral Model (12 Atmosfer Tabakası Olarak Ele Alınmış.)
Gözden Kaçan Nokta Bu Olsa gerek Bu sonuçtan şunu Söyleyebiliriz ki,
1)Kur'andaki Yedi kat Gök ifadesini, Atmosferin 7 Kat olması ile ilişkilendiriyor ve bu sonucun "Kimyasal içerik veya hava sıcaklığı ölçü alınarak yapılan tanımlamalarda" Daha Belirgin Bir Şekilde Söylemesi Gerekir.
2)Ateistler Bu Ayrıntıyı Bilerek veya Bilmeyerek Gözden Kaçırıyorlar.
Nasa'nın Sitesinde Atmosfer 5 Katman. Bu Katman Sayıları 7 olsa Dahi !!! Kur'anda Geçen 7 kat ile Nasıl ilişkilendireceğiz.? Çünkü Şu Ayet'te Şöyle Buyruluyor,
41-Fussilet 12. Böylece onları, iki günde yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahyetti. Ve biz, yakın semâyı kandillerle donattık, bozulmaktan da koruduk. İşte bu, azîz, alîm Allah'ın takdiridir.37-Saffat 6. Biz yakın göğü, bir süsle, yıldızlarla süsledik.Bu Ayetlere Göre traposferde Yıldız Olması Lazım !!!
Ayrıntılı Bilgiya Şu Siteden Ulaşabilirsiniz; mucizeyalanlari.com/yedi-kat-gok-ve-atmosferin-katmanlari/
Ve İslami Yorumlardada 7 Gökten Kasdedilen Atmosfer olmadığı Açıklanıyor;
http://tr.fgulen.com/content/view/3262/3/http://www.sorularlaislamiyet.com/article/1846/sema-gok.htmlBence Bunlardan Daha önemlisi Kuran'ın Hakk Kitap olarak 7 Kat Gök'ten Ne Kastettiğidir.
Bu Sorunun Cevabını birli Kur'anda Aramalıyız. İfade edilen Gök,Sema ifadeleri tekil veya çoğul kullanılmasına göre Kuranda ki tüm Gök kelimeleri Analiz Edildikten Sonra Bilimsel olarak Nasıl Bir Sonuç Çıkaracağını Bulabiliriz. Aksi Halde Yukarıdaki Yazıdada Belirtildiği Üzere, Yazıda Daha Çok Lisan Üzerinde durularak Yaralış ile igili kullanılan bir çok kelimenin sadece indirgenerek "Yaratıcılık" olarak kullanıldığını ve
"Bunlarda yapılacak bir indirgeme, yaratılışla ilgili çok önemli bilgilerin kaybedilmesine ve dolayısıyla Kitap’la gerçeklik arasındaki bağlantının kaybedilmesine yol açacaktır.[9]
Kitap’la gerçeklik arasındaki bağlantının kaybedilmesi ise, hem bilgiye ulaşmanın yollarını kaybettirecek, hem de Kitab’a güveni ve inancı zayıflatacak veya onu herhangi bir kitap durumuna sokacaktır. Bu mesele üzerinde bu kadar hassasiyetle durmamızın sebebi işte budur."Kuran'ı Kerim!dede Emredildiği gibi Kur'a-ı Kerimi Araştırmalıyız Ancak,Bunun Bir Yöntemi olmalı Sadece Bugünkü Kelime anlamlarına Bakarak Kur'an-ı Kerimi Yorumlamak eksik ve yanlış sonuçlara ulaştırır bizi(Ateistlerin yaptığıda, bu değil mi?) Çünkü Yukarıdaki verilen Yazıda Örnek Olarak "Hakk" Kelimesi Yukarıdaki Yazı Biraz Eksik olarak Alıntılamışım kitapta,
"...Eski Yunan düşüncesinin en temel kavramlarından biri olan “varlık” kavramının Müslümanların lisanındaki “gerçeklik” (= hakk) kavramının yerine geçmesidir.
Müslümanlar kelam ve felsefe tartışmalarında ve eserlerinde, Kur’an’da merkezi bir öneme sahip olan hakk kavramı yerine “varlık” kelimesinin Arapça karşılığı olarak uydurulan ve “bulmak” fiil kökünden gelen vücud kelimesini lisanlarının merkezine yerleştirmişlerdir.[7]
Halbuki Kur’an’da hakk kelimesi çok sayıda (yüzlerce) başka kelimeyle, isim, fiil ve sıfatla çok önemli gramer bağları veya kavramsal bağlar içinde geçmektedir. Bu kelimelerden bazı isimler şunlardır: Kitap/Kur’an, adalet, hüküm, mizan, din, ayetler, emr, ümmet, kavm, gökler ve yer, güneş, ay ve yıldızlar.
Hakk kelimesiyle yakın kavramsal bağ içinde geçen çok sayıda fiilden bazıları ise şunlardır: Görmek, şahid olmak, işitmek, bilmek, tanımak, inanmak, söylemek, konuşmak, anlatmak, açıklamak, okumak, yaratmak, getirmek, belli olmak, vuku bulmak, örtmek, gizlemek, yüz çevirmek, yalanlamak ve inkar etmek.
—
[7] Bugün bile kelam ve akaid kitaplarında hakk kelimesi yerine Allah Teala’nın hakk sıfatı değil, “varlık” sıfatı(?) üzerine birçok ifadeler yer almaktadır: “Allah’ın varlığının delilleri”, “vacib-ül vücud” oluşu, v.s.
Kur’an’da hakk kelimesinin, Allah Teala’nın bir sıfatı (22/6, 22/62, 24/25, 31/30) ve bir ismi (57/16) olarak olarak geçmesidir. Bu şu anlama gelmektedir: Allah Teala kendisini bu kelimeyle ifade etmektedir.
Dolayısıyla daha sonra bazı kelamcılar tarafından Eski Yunan düşüncesinden lisana sokulan “varlık” (vücud) kelimesiyle ortaya konan “Allah vardır”, veya “Allah yoktur”, şeklindeki ifadelerin tamamen anlamsız olduğunu söyleyebiliriz.Çünkü ”varlık” kavramı Belli bir Süre için Yaratılmış şeyler için kullanılır.[8]Ayrıca ve belki de en önemlisi, Allah (c.c.) ayetlerde kendisini
“O, hakkdır” (= huvel hakk) ifadesiyle bu kelime ile isimlendirmektedir. Bütün bunları göz önüne aldığımızda bu kelimenin Kur’an’da en önemli kavramlardan birini meydana getirdiğini söyleyebiliriz.
[Hem Allah Zamandan ve Mekandan Münehzehtir Diyoruz Hemde Allah'ın Varlık olduğunu Söyleyerek Zaman ile ifade ediyoruz...
Ne kadar Büyük Bir Çelişki Değil mi?]
Lisanların hayat tarzlarını yansıttığını hatırlayacak olursak, her lisanda düşünce, o lisanın temel kavramları üzerine kurulur. Buradan da hemen şunu söyleyebiliriz: Kur’an’ın temel kavramları İslam düşüncesinin de temel kavramları olmalıdır. İslam düşüncesinin gelişmesi, ancak bu temel kavramlar üzerinde geliştirilmesiyle mümkün olacaktır."
Benim size anlatmak İstediğimde Bu Şüphesiz Kur'an Apaçık bir Delil. Kur'anda kim Bilir "Hakk" kelimesi gibi Kaçtane daha Kelimenin Anlamı Yanlış Çevrilmistir? Kur'an-ı Kerim Onda Çelişki Bulamazsınız Diyor. Ama Bir Ateist Okuyunca Çelişki gibi Gözüken Sözler Bulabiliyor.
Aklıma Gelen, Dünyanın, evrenin Yaratılışı vs, bir Ayette 6 Diğerine 2 Diyebiliyor bir Ateist (Bunun açıklaması Aşağıda)vs. Bunun Gibi Çok fazla Örnek verilebilir...
Ateistlerin İddasi Çok Baist Düşünce Zaten,O Zamanda Yaşayan insanlar Kuş Beyinli Değildiya bunu Farkedebilirlerdi. Ozmanın Kafirleri örneğin,Ebü Cehil gibi kişiler Böyle bir Çelişki olsa Zaten ilk onlar Efendimizin Yüzüne Vururdu bu Apaçık Sözleri. Allahu Teala Kur'an-ın bir benzerini insanlar ve cinler bir araya gelse Yapamazlar diye Meydan okuyor...
Hakkikaten Kur'an-ı Kerim Eşsiz Bir Deryadır.
Kur'anda Geçen Her bir kelime hatta Harfler(Bediüzzaman Mesela,Nun harfinin Üstündeki Nokta dahi bir Anlam İfade ettiğini Söylüyor) Bir Çok Anlam ifade ediyor.
Yukarıdaki Kitapta bu durum Şu sözlerle Anlatılmış,
"
...Önceki kısımda gördüğümüz ayetlerde (Kaf 50/1, Büruc 85/21, Vakıa 56/77, Fussilet 41/41, Zuhruf 43/4, Hicr 15/87, Sad 38/67) Allah (c.c.), Kur’an’da kendisini tanıtmak için kullandığı mecid, keriym, aziz, ‘aliyyün hakim, aziym sıfatlarını Kur’an için de kullanmaktadır. Bu sıfatlar bize Kur’an’ın ne kadar önemli, güçlü ve değerli bir kitap olduğunu hatırlatmaktadır.
Kur’an’ı incelerken onun her ayeti, her kelimesi, hatta her harfi üzerinde dikkatle durmamız gerekiyor." Diyor.
Durum Bu iken Biz Nasıl Olurda Bu Ayet Şuna İşaret edebiliyor Diyebiliyoruz?Yine Kitabın Yazarı Sn.ŞakirKOCABAŞ(Galiba Vefaat etmiş,Allah Rahmet Eylesin,Çalışmalarından Dolayı Allah Razı Olsun)
Bu Gök Ve Yer ile İlgili Kelimelerin vs. Kuran'da Hangi Anlamda Kullanıldığını Vs. Analiz Ettikten Sonra Günümüz Açısından Şu,Şu Konuları Belirtilmiş
olabilir diyor...
Ayrıca Aşağıdaki Yazı Evrenin 6 Günde vs. Yaraltılması Yaratılma Kelimesini Kur'an da Nasıl Geçtiğini ? vs. Açıklamaya Çalışmış.
5.1 Semavat ve Arz (= Gökler ve Yer, Uzay ve Madde) Bu kısımda önce insanları, göklerin ve yerin Allah (c.c.) tarafından nasıl yaartıldığını ve nasıl yönetildiğini dikkatle araştırmaya, incelemeye ve düşünmeye sevkeden ayetlerle başlıyoruz. Bu ayetler üzerinde dikkatle durulup düşünülmesi, yaptığımız çalışma açısından da son derece önemlidir. Hatta, düşünen insanların bu ayetleri her zaman görebilecekleri bir yere asmaları bile tavsiye edilebilir:
Göklerde ve yerde olanlara dikkatle bakın (= kul inzuru ma fis semavati vel ard). (10 /101) Onlar göklerin ve yerin yönetimi üzerinde ve Allah'ın bir şeyden yarattıkları üzerinde bakıp düşünmediler mi (= eve lem yenzuru fi melekut'is semavati vel ardi ve ma halak allahu min şey'in) ? … (7.185) Göklerin ve yerin yaratılışında … anlayış sahipleri (= ulil elbab) için ayetler vardır. (3 /190) Onlar ayakta, otururken ve yanları üzerinde yatarken Allah'ı hatırlarlar ve göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler: Rabbimiz, Sen bunları boşuna yaratmadın (= ma halakte haza batıla), Sen yücesin bizi ateş azabından koru. (3 /191) Göklerde ve yerde nice ayetler vardır. (12 /105) O'nun ayetlerinden biri de göklerin ve yerin yaratılışı, dillerinizin ve renklerinizin farklı olmasıdır; şüphesiz bunda, bilenler (= 'alimiyn) için ayetler vardır. (30 /22) Yukarıdaki ayetler insanları gökler ve yer üzerinde nazari düşünceye teşvik ediyor. Göklerin ve yerin nasıl yaratıldığı, yapısı ve özellikleri insanların araştırması gereken hususlar. Ayrıca, yukarıda meali verilen 7 /185 ayetinde geçen "
Allah'ın bir şeyden yarattıkları" ifadesine de dikkat etmek gerekiyor.
Ayrıca, yukarıda meali verilen 7 /185 ayetinde geçen "Allah'ın bir şeyden yarattıkları" (= ve ma halakallahu min şey) ifadesine de dikkat etmek gerekiyor. Bu ifade, iki manaya da gelebilir:
1)
Allah'ın (c.c.) maddi varlık olarak yarattığı her şey, 2)
Allah'ın (c.c.) kainatı ve içindekileri bir ilkel maddeden (bir "şey"den) yaratmış olduğu. - Gökleri ve yeri benzeri olmaksızın icad edendir (= bedi'us semavati vel ard). (2 /117)[/font]
- Gökleri ve yeri benzeri olmaksızın icad edendir (= bedi'us semavati vel ard). (6 /101) [/font]
Bu ayetler, göklerin ve yerin benzersiz icad edildiğinden. Bu ayetlerde geçen bedi' kelimesi bede'a (=benzeri olmaksızın icad etmek) fiil kökünden geliyor.
Bu kelimeyi bedee (= başlatmak) fiiliyle karıştırmamak gerekiyor. Bu ayetler Allah'ın (c.c.), içinde yaşadığımız göklerin ve yeri (uzayı ve maddeyi) benzeri olmaksızın icad ettiğini bildiriyor.
Bu ayetleri, kıyamet günüyle ilgili 14 /48 ayetiyle "yevme tebeddelül ardu gayrel ardi ves semavat" (= o gün arz /madde başka bir arza /maddeye dönüştürülür, gökler de) ayetiyle karşılaştırılarak okunduğunda çok dikkat çekici bir durum ortaya çıkıyor: Gökler ve yer kıyamet günü "kitap sayfaları gibi dürülüp" tekrar açıkdığında, hem arzın /maddenin, hem de semavatın / uzayın özellikleri değişmiş olacak.
Kur'an'daki cennet ve cehennem tasvirleri de bu ifadeleri destekliyor.
Mesela orada maddenin çürümesi, bozulması söz konusu olmayacaktır.
O kafirler görmediler mi ki, semavat ve arz [gökler ve yer] bitişik iken (= kaneta retkan) Biz onları ayırdık (= fetakna huma). (21 /30)
Bu ayette de semavat ve arzın daha önce bitişik olduğundan ve sonradan ayırıldığından bahsediliyor. Yukarıdaki 2/117 ve 6/101 ayetlerinde geçen "benzeri olmaksızın icad etmek" fiil kökünden gelen bede'a (= benzersiz icad eden) sıfatı, göklerin ve yerin (uzayın ve maddenin) daha önce eşi benzeri olmayan özelliklere sahip olduklarına işaret ediyor.
Bazı müslümanlar, 21/30 ayetinden Büyük Patlama (Big Bang) gibi bir olayın kastedildiğini ileri sürüyorlar, fakat biz bundan farklı bir olaylar dizisini anlıyoruz. Çünkü Büyük Patlama senaryosunda bazı ciddi boşluklar bulunmaktadır. Bunlardan biri, başlangıç şartları hakkındaki bilgisizliktir.
Bu ayette ve öteki ayetlerde geçen "semavat ve arz" ifadesinde "semavat"tan kasıt "uzaylar", "arz"dan kasıt da "kütlesi olan bütün cisimler", yani "maddi varlıklar" olmalı diye düşünüyoruz. Bu durumda bütün maddi varlıklar "arz"dır. Semavat ve arzın başlangıçta bitişik olması ifadesinden, başlangıç şartlarında kütle ve uzayın henüz ayrılmadığı, maddenin belki bir çeşit enerji halinde küçük bir hacımda sıkıştırılmış bir durumda bulunduğuna işaret edildiğini düşünebiliriz.
Kütleyi "bir mekana hapsedilmiş enerji" olarak tarif edebiliriz. Kütle mekanıyla birlikte hareket eder, enerji ise mekan değiştirebilir. Bu yüzden enerji ışık hızıyla nakledilebilir, fakat kütle mekanıyla birlikte yer değiştirdiğinden ışık hızıyla kütle olarak nakledilemez. Enerjiyle kütle arasındaki en önemli fark budur.
… gökleri ve yeri çatlatıp ortaya çıkaran (= fatır) … Allah … (6/14)
… gökleri ve yeri çatlatıp ortaya çıkaran (= fatır) … (12/101)
… "gökleri ve yeri çatlatıp ortaya çıkaran Allah hakkında mı şüphe? (= e fillahi şekkün)" dediler … (14/10)
… Rabbiniz göklerin ve yerin Rabbidir, ki onları çatlatıp ortaya çıkarmıştır (= fetara hunne) (21/56)
Gökleri ve yeri çatlatıp ortaya çıkaran (= fatir-is semavati vel ard), melekleri ikişer, üçer ve dörder kanatlı elçiler yapan (= ca'ilül melaiketi rusulen) Allah'a hamd olsun; O, dilediğini yaratışta arttırır (= yeziydü fil halki ma yeşa); muhakkak ki Allah, her şeye gücü yetendir. (35/1)
De ki: Allah'ım, ey gökleri ve yeri çatlatıp ortaya çıkaran (= fatıris semavati vel ard), gaybı ve müşahade edileni (= 'aalimül gaybi veş şehadeti) bilen; ancak Sen, ihtilaf ettikleri şeylerde kullarının arasında hükmedersin. (39/46)
- gökleri ve yeri çatlatıp ortaya çıkarandır (= fatır-is semavati vel ard); size kendinizden eşler var etmiştir (= ce'ale), hayvanlardan da çiftler [var etmiştir]; bu şekilde sizi çoğaltıyor; hiçbir şey O'na benzemez (= leyse ke mislihi şey'ün); O işitendir, görendir. (42/11)
Yukarıdaki yedi ayette (6/14, 12/101, 14/10, 21/56, 35/1, 39/46 ve 42/11) geçen faatır kelimesi meallerde "yaratma" veya "yoktan var etme" diye tercüme edilmektedir.
Hakbuki bu kelimenin fiil kökü fatara Kur'anı Kerim lugatlerinde "çatlatmak" diye verilmektedir. Bu durumda, göklerin ve yerin, yapısını bilmediğimiz bir çekirdek - belki bir plazma - halindeyken, bugün bilmediğimiz bir şekilde Allah'ın (c.c.) bir emri ile çatlatılarak açıldığını ve açılmayla birlikte genişlediğini düşünmemiz gerekiyor.
Bu genişleme sırasında boyut kalınlaşması olduğuna işaret eden ayetleri birazdan göreceğiz.
"Ben [İbrahim] yüzümü hanif olarak, gökleri ve yeri çatlatıp ortaya çıkarana çevirdim ve ben artık O'na ortak koşanlardan değilim (= inni veccehtü vechiyellezi fatara's semavati vel ard)." (6/79)
Bu ayette (6/79) geçen fatara kelimesi de meallerde "yoktan var etmek" veya "yaratmak" diye verilmektedir. Başka ayetlerde de (17/51, 20/72, 11/51, 36/22, 43/27, 21/56) bu kelimeye aynı mana verilmektedir.
Ayrıca, İnfitaar suresindeki geçen (82/1) "gök çatlatıldığı zaman (= izes semaun-fatarat) ayetindeki enfetara (= çatlatılmak) fiili fatara (= çatlatmak) fiilinin edilgen (pasif) halidir.
Aşağıdaki ayette (30/30) ise hem fatara ve fıtrat hem de haleka kelimeleri geçmektedir. Burada geçen fıtrat kelimesi "belli özelliklere sahip" manasına gelebilir. Bu yüzden insanlar için fatara fiili kullanıldığında belki "özelliklerini kazandırmak" şeklinde meallendirmek daha uygun olacaktır.
Sen yüzünü Allah'ı hanif olarak o [doğru] dine çevir; Allah'ın fıtratına ki, insanları o [fıtrat] üzerinde ortaya çıkarmıştır (= fitrat allahullezi fataran nase 'aleyha); Allah'ın yaratması değiştirilemez (= la tebdiyle li halkıllah); işte doğru din odur (= zaliked dinul kayyım), fakat insanların çoğu bilmezler. (30/30)
Yukarıdaki iki ayette geçen hanif kelimesi de lugatte "Allah'ın emrine teslim olup O'nun dininden hiçbir hususta cayma yapmayan kimse" şeklinde verilmektedir.
Andolsun Biz, gökleri ve yeri ve ikisi arasındakileri altı günde [safhada] yarattık (= ve lekad halakna's semavati ve'l arda ve ma beynehüma fi sitteti eyyam); [bu yaratmadan] Bize hiçbir yorgunluk da dokunmadı. (50/38)
Bu ayette, "göklerin ve yerin ve bu ikisi arasındakilerin" altı günde yaratıldığından bahsediliyor. Buradaki yevm (= gün) kelimesi, Allah (c.c.) katında geçen bir süre olduğu için bunu "safha" veya "kademe" olarak anlayabiliriz.
Bu ayetle ilgili olarak şunu da hatırlamamız gerekiyor; yaratma (= haleka) fiili Kur'an'da en az iki kullanımı vardır:
1) Bir şeyi tasarlamak veya emrini hazırlamak,
2) var olan bir şeye yeni bir şekil vermek suretiyle o şeyden yeni bir şey ortaya çıkarmak. İnsanların bilgisi ancak ikinci türden bir yaratmayı izleyebilir, birinci türden yaratmayı inceleme imkanı yoktur.
Ayetteki ve ma beynehüma ifadesi "bu ikisi - gökler ve yer - arasında bulunanlar" demek oluyor. Burada dikkat çeken husus, ve ma fihima (= bu ikisi içindekiler) denilmemiş olması.
Aşağıda göreceğimiz 5/120 ayetinde lillahi mülk-üs semavati ve ma fihinne (= göklerin ve yerin mülkü ve bunlar içindekiler Allah'ındır) ifadesi geçiyor ki, buradaki fihinne kelimesi acaba "gökler içindekiler" mi, yoksa "göklerin ve yerin içindekiler" mi diye anlaşılmalıdır? Bu soruların cevabı, göklerin yapısı hakkında bilgi taşıdığı için önemlidir.
Bu ayetteki "gökler ve yer ve ikisi arasındakiler" ifadesinden "gökler"i "kütlesiz mekan", "yer"i "kütle" olarak anlayacak olursak bu "ikisi arasındaki" varlıklar için ne düşünebiliriz? Eğer "gökler"den bizim algıladığımız "üç boyutlu mekan" kastediliyorsa, o zaman belki algılayamadığımız öteki boyutlardaki varlıkların kastedildiğini düşünebiliriz. Aksi takdirde bu ifadeden "enerji"nin kastedildiğini anlamamız gerekir.
O, gökleri ve yeri altı günde yarattı; sonra Arş'a isteva etti (= sümme esteva 'alel arş); arza gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni ve onda yükseleni bilir (= ya'lemu ma yelicu fil ardi ve ma yahrucu minha ve ma yenzilu mines semai ve ma ya'rucu fiha); nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir (= ve hüve meaküm eyne ma küntüm); muhakkak ki Allah, yaptıklarınızı görmektedir (= vallahu bi ma ta'melune basiyr). (57/4)
Bu ayette Allah (c.c.) gökleri ve yeri altı günde yarattığını bildiriyor. Buradaki "yaratma" fiilini yukarıda zikrettiğimiz birinci türden yaratma olarak anlamamız gerekiyor.
Aksi halde bu ayetteki "yaratma" fiilini, kozmolojik devirler şeklinde anlarsak sümme esteva 'alel arş (= sonra Arş'a istiva etti) cümlesini "bu devirlerden sonra" diye anlamamız gerekir ki, bu tutarsız bir yorum olur. Çünkü Allah'ın (c.c.) Arş'a istiva etmesi, emri tedbir ederek mülkünü yönetmesi içindir.
Gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra Arş üzerine istiva etti… (7/54)
Gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra Arş üzerine istiva etti, emri yönetmektedir. (10/3)
O, gökleri ve yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattı (= ellezi halekas semavati vel arda ve ma beynehuma fi sitteti eyyam); sonra Arş'a istiva etti (= sümme esteva 'alel arş); O, Raman'dır, [bundan] haberi olan birine sor. (25/59)
Allah O'dur ki, gökleri ve yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yarattı; sonra Arş üzerinde istiva etti; sizin için O'ndan başka ne bir dost vardır, ne de şefaatçi; artık düşünüp ibret almayacak mısınız (= e fe la tezekkerun)? (32/4)
Emri gökten yere tedbir eder (= yudebbirul emre mines-semai ilel ard); sonra da o [emr] miktarı sizin saymanızla bin yıl olan bir günde O'na yükselir (= sümme ya'rucu ileyhi fi yevmin kane mikdaruhu elfe senetin mimma tauddun). (32/5)
Yukarıdaki ayetlerde (7/54, 10/3, 25/59, 32/4) Allah (c.c.), gökleri ve yeri altı günde yarattığını bildiriyor. Bu ayetlerde geçen "yaratma" kavramı "bir şeyin emrini hazırlamak" veya "tasarlamak" diye anlaşılabilir. Bu durumda yukarıdaki ayetlerdeki "yaratma" (= haleka) kelimesi ile, göklerin ve yerin çatlatılarak açılmasından önce, bunlar açılınca sahip olacakları özelliklerin tesbit edilmesi ifade edilmektedir. Sonra bunlar bir gül gibi açılarak bildiğimiz kainat ortaya çıkmıştır diye düşünebiliriz.
De ki: Siz mi arzı iki günde Yaratan'ı inkar ediyorsunuz ve O'na eşler koşuyorsunuz? O, alemlerin rabbidir. (41/9)
Bu ayette geçen ard kelimesi hem "madde" olarak, hem de "dünya" olarak anlaşılabilir. Kelime "madde" olarak anlaşıldığında, arzın bütün özelliklerinin Allah (c.c.) katında iki günde yaratıldığını (tasarlandığını) düşünebiliriz. Kelime "dünya" olarak anlaşıldığında ise gene arzın bütün özelliklerinin (güneşe uzaklığı, kütlesi, atmosferi, üzerindeki su ve canlıların yaşaması için gerekli bütün şartlar) iki günde tasarlandığını düşünebiliriz.
Onda [arzda] kökü yerleşmiş [dağlar] oluşturdu (= ve ceale fiha ravasiye); onu bereketlendirdi (= ve bareke fiha) ve onda besinlerini dört günde takdir etti (= ve kaddere fiha akvateha fi erbaati eyyam); araştırıp soranlar için [bunları bildiriyor]. (41/10)
Fussilet suresindeki bu ayette önce arzdan bahsediliyor. Devam eden ayetlerde ise semadan bahsediliyor. Bu suredeki müteakip ayetlerde (41/10, 41/11, 41/12) dikkat çeken husus bunlarda haleka (= yaratma) kelimesinin geçmemesidir. İlk ayeteteki (41/10) "besinlerini dört günde takdir etti" ifadesinde erbaati eyyam (= dört gün) sözünün, jeolojik zaman süresindeki devirlere işaret ettiği kabul edilebilir. Ayetin başında geçen ce'ale (= oluşturmak) fiili, yaratmadan sonra gelen bir oluşumu ifade ediyor.
Sonra duman halindeki semaya yöneldi (= sümme esteva iles semai ve hiye dühanun) ve ona ve arza: 'isteyerek veya istemeden gelin' (= tav'an ev kerhan) dedi; 'isteyerek geldik' dediler. (41/11)
Bu ayette sema (= gök) kelimesi tekil olarak geçiyor. Bu ayet şu iki şekilde anlaşılabilir: Birincisi, semavat ve arz (uzay ve madde), çatlatılarak açılmadan önce 21/30 ayetinde belirtildiği gibi bitişik bir halde (= kaneta ratkan), açılmanın başlangıcında da ışık geçirmeyen bir plazma halindeydi, ki buradaki (duhan) kelimesini "plazma" olarak düşünebiliriz. İkincisi ise, güneş sisteminde henüz yoğunlaşmamış haldeki dünya ve etrafındaki bulutsu maddenin güneş sisteminde dünyanın oluşumundan, yani yoğunlaşıp ortaya çıkmasından önceki durumu anlatıyor. Fakat birazdan göreceğimiz gibi, müteakip ayet birinci anlayışı kuvvetlendiriyor.
Ayetin ikinci kısmındaki "isteyerek veya istemeden gelin" ifadesi belki bunlara yüklenecek emri ve bunun getireceği düzenlemeye boyun eğmelerini ifade ediyor diye düşünülebilir. Buna benzer bir ifade Kıyamet'le ilgili 84/1-5 ayetlerinde sema ve arz için "Rabbinin [emrini] dinledi ve boyun eğdi," (= ezinet li rabbiha ve hukkat) geçmektedir.
Fussilet suresindeki müteakip ayette (41/12) geçen hünne (= o ikisini veya onları) yani henüz ayrılmamış olan sema ve arzı iki günde [safhada] yedi sema olarak kaza etti. Bu ayette geçen "onları" ifadesi, sadece göklerden bahsediyor da olabilir.
Böylece onları [sema ve arzı] iki günde [safhada] yedi sema olarak kaza etti, ve her semaya da [o semanın] emrini vahyetti (= fe kadahünne seb'a semavatin fi yevmeyni ve evha fi külli semain emreha); Biz dünya semasını ışıklarla donattık (= ve zeyyennes semaed dünya bi mesabih), ve bir koruma ile [onu koruduk]; işte bu, güçlü ve bilen Allah'ın takdiridir. (41/12)
Bu ayette haleka kelimesi yerine kada kelimesinin kullanılmış olması dikkat çekiyor.
Bu kelime ayetlerde üç farklı manada, "tamamlamak", "yerine getirmek" ve "kararlaştırmak" manalarında geçiyor. "Yedi semadan her birine o semanın emrini vahyetti." Buradaki emreha kelimesi "o semanın emri" demek oluyor. Emr kelimesinin sonundaki ha zamir eki dişi sınıfından tekil varlıklar için kullanılıyor. Böylece her bir semanın özelliklerinin bu emrlerle belirlenmiş olduğunu düşünmek mümkündür. Gene bu ayette geçen semaed dünya (= dünya seması) ifadesi, güneş sistemi dediğimiz hacımdaki bir semaya işaret ediyor olmalı, çünkü aynı ifade 37/6 ayetinde de geçiyor: inna zeyyennes semaed dünya bi ziynetinil kevakib (= andolsun Biz, dünya semasını gezegenler takısıyla süsledik). Buradan da "dünya seması" ifadesinin gezegenleri içine alan genişlikteki bir mekanı ifade ettiğini söyleyebiliyoruz.
Bazı günümüz yorumcularına göre bu ayetteki "yedi sema" dünya semasının tabakaları olabilir. Bu günkü bilgilerimize göre bu tabakalar şöyledir: 1) troposfer, 2) stratosfer, 3) ozonosfer, 4) mezosfer, 5) termosfer, 6) iyonosfer, 7) ekzosfer. Bu tabakalardan her biri belli özelliklere sahiptir.
Fakat biz, bu ayette işaret edilen yedi semanın dünya atmosferinin tabakalarını değil, bütün evreni meydana getiren yedi semayı ifade ettiğini düşünüyoruz.
Allah O'dur ki, yedi semayı ve arzdan da onların mislini yarattı (= allahüllezi haleka seb'a semavatin ve minel ardi mislehünne); emr bunlar arasından iner ki Allah'ın her şeye gücü yeter olduğunu ve Allahın, herşeyi bir bilgi ile kuşatmış olduğunu bilesiniz (= yetenezzelül emrü beynehünne li ta'lemu ennallahe 'ala külli şey'in kadiyr ve ennallahe kad ehata bi külli şey'in ilma). (65/12)
Bu ayette (65/12) Allah (c.c.) yedi semayı ve arzdan da onların (sayıca) mislini yarattığını bildiriyor ki, buradan üç farklı durum anlaşılabilir:
1) Yedi sema olduğu gibi, bildiğimiz dünya gibi yedi tane de arz vardır.
2) Arzın veya onun semasının da yedi tabakası vardır.
Bu günkü astronomi ve kozmoloji bilgilerimizle birinci şıkkın kastedildiğini söyleyemiyoruz.
Fakat, yukarıda ifade ettiğimiz gibi, atmosferin yedi tabakasının bulunması ikinci şıkka uygun düşmektedir.
Bu ayet belki de arzın tabakalarından bahsetmektedir (mağma, litosfer, hidrosfer, vs.), bunu da göz önünde bulundurmak gerekiyor.
3) Ayeti "yedi sema ve maddeden de onların mislini yarattı" şeklinde düşünürsek, maddenin yedi tabakası şunlar olabilir: Elementer parçacıklar, atomlar, moleküller, makro moleküller (proteinler ve virüsler), DNA, tek hücreli canlılar (prokaryot bakteriler), çok hücreli canlılar (hayvanlar ve insan).
Ayetin bu şekilde anlaşılması maddi varlığın tabakalı bir yapıda görülmesi gerektiğini düşündürecektir. Gerçekten de, bir hidrojen atomunun taşıdığı bilgi miktarı, bunu meydana getiren proton ve elektronun taşıdığı bilgi miktarindan çok fazladır.
Bu demektir ki, hidrojen atomunun bütün özelliklerini proton ve elektronun özellikleri cinsinden tarif etmek mümkün değildir. Aynı şekilde, bir su molekülünün H2O, taşıdığı bilgi miktarı, bunu meydana getiren iki hidrojen (H) ve bir oksijen (O) atomunun taşıdığı bilgi miktarından kat kat fazladır.
Böylece madde birbirine indirgenemeyen yedi tabalı bir yapı içinde görülebilir. Buradan çok önemli felsefi sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Bunlardan biri, kimya ve biyoloji gibi bilimlerin fiziğe indirgenemeyeceği, hatta atom fiziğinin bile parçacık fiziğine indirgenemeyeceğidir.
Bu çerçevede ayet gene "yedi sema ve maddeden de onların mislini yarattı" şeklinde anlaşıldığında, maddeyi meydana getiren atomların yedi tabakalı oluşlarına işaret ettiği düşünülebilir.
Bu günkü fizik bilgilerimiz, hidrojenden radyoaktif elementlere kadar atomların 1'den 7'ye kadar elektron tabakalarına sahip olduğunu gösteriyor.
Periyodik Cetvelde birinci periyottaki hidrojen ve helyum atomları tek tabakalı, ikinci periyottakiler iki tabalı, …, yedinci periyottakiler de yedi tabakalı bir yapıya sahiptir. Atomların bu elektron tabakalarına atom (ve kuantum) fiziğinde "shell" (= kabuk) denilmekte ve bunlar K, L, M, …, gibi harflerle veya 1, 2, …, 7 gibi rakamlarla gösterilmektedir. Periyodik Cetvelde sıralanan atomlara baktığımızda bunlar sekiz sütun (grup) ve yedi sıra (periyot) içinde gösterilmektedir. Bu durumda periyotlar, yukarıda da belirttiğimiz gibi tabaka sayısına göre düzenlenmiş bulunuyor.
Emr kelimesinin geçtiği yukarıdaki ayette yetenezzelül emru beynehünne (= emr bunlar arasından indirilir) ifadesi geçiyor. Bunu "yedi sema arasından" diye anlamamız gerekiyor. Bu takdirde, neden "bunlar içinden" (= fihinne) değil de "bunlar arasından" (= beynehünne) ifadesi kullanıldığını sormamız gerekiyor. Bunun cevabı şu olabilir: Emr semavatın bu gün bildiğimiz boyutlarından farklı bir boyutta indiriliyor.
Ayette ayrıca, Allah'ın (c.c.) herşeyi bir bilgi ile kuşatmış olduğunu açıkça bildiriyor. Bu da demektir ki, her şey bir bilgi ile birlikte vardır. Bu bilgiyi, o şeyin özelliklerini tayin eden emrler cümlesi olarak düşünebiliriz. En basit taneciklerden (mesela bir elektrondan) en karmaşık yapılara (mesela DNA'ya) doğru gidildikçe maddenin taşıdığı bilgi miktarı katlanarak artmaktadır.
Görmediniz mi, Allah yedi semayı nasıl tabakalar halinde yaratmıştır (= elem terav keyfe halak allahu seb'a semavatin tibaka). (71/15)
Bunlar içinde (= fihinne) ayı bir nur, güneşi de bir ışık kaynağı yaptı (= ve ce'alel kamere fihinne nuren ve ce'aleş şemse siracen). (71/16)
O, yedi semayı tabakalar halinde yarattı; Rahman'ın yaratmasında bir uygunsuzluk göremezsin (= ellezi haleka seb'a semavatin tibaka ma tera min halk-ir rahmani min tefavüt), gözünü çevir, bak bir çatlak görebiliyor musun? (= ferci'il basara hel tera min fütur). (67/3)
Yukarıdaki iki ayette (7/15, 67/3) yedi semanın tabakalar halinde (= tıbaaka) yaratıldığından bahsedilmektedir. Tabak kelimesi başka bir ayette (84/19) de geçmektedir: "Siz mutlaka bir tabakadan diğerine çıkarılacaksınız (= le terkebenne tabakan an tabak)." Bu ayetteki terkebenne kelimesi "binmek" manasına gelen rakebe fiilinden gelmektedir. Bu durumda ayet: "Göklerin bir tabakasından diğerine çıkarılacaksınız" şeklinde anlaşılmaktadır. İnsanların aya çıktıklarını düşünecek olursak, ay semasını birinci tabaka olarak anlamak mümkündür. Fakat bu ayetle insanların belki güneş sistemi dışında bir yere çıkmalarına işaret edilmiş olması da mümkündür.
Öte yandan yukarıdaki 67/3 ayetinin son kısmındaki "gözünü çevir de bak, (gökte) bir çatlak görebiliyor musun?" ifadesini, Kıyamet günü göğün çatlayacağı ve yarılıp ayrılacağını bildiren ayetlerle bağlantılı okumak gerekiyor. Bakınız: 42/5, 69/16, 73/18, 82/1. Aşağıdaki 50/6 ayetinde ise gökte bir yarık (= füruc) bulunmadığı ifade edilmektedir ki, bu ayeti de gene Kıyamet günü göğün yarılacağından bahseden ayetlerle birlikte olumakl gerekiyor.
Yukarıdaki 71/16 ayetinde güneş ve ayın yedi göğün "içinde" (= fihinne) bulunduğu ifadesi geçiyor. Bu da yukarıda işaret ettiğimiz hususa açıklık kazandırıyor: Emr, gökler arasından iner, güneş ve ay gökler içindedir.
Üstlerindeki göğe bakmadılar mı? Onu nasıl bina ettik ve süsledik, öyle ki onda bir yarık bile yoktur (= e fe lem yenzuru iles semai keyfe beneynaha ve zeyyennaha ve ma leha min füruc). (50/6)
Kıyamet günü gök çatlayacak, yarılacak ve yarılıp ayrılacak (fatara, furice, şakka). Bu ayette geçen 'onda bir yarık bile yoktur' ifadesi gökteki düzenliliğe işaret ediyor. Bakınız: 42/5, 69/16, 73/18, 82/1.
Göğü yükseltti ve mizanı vaz etti (= vessemai rafeaha ve vadaal mizan). (55/7)
Taşkınlık ederek mizanı bozmayın (= ella tetğav fil mizan). (55/8)
Bu ayetlerde de mizan (= denge, simetri, düzen) kelimesi geçiyor. İlk ayette (55/7) Allah (c.c.) göğü yükselttiğini ve mizanı vaz ettiğini bildirmektedir.
Bu ayet üzerinde iki defa düşünmek gerekiyor. Birincisi, "göğün yükseltilmesi" ne demektir? Göğün genişletilmesi mi? Yoksa göğün, başlangıçta çok ince olan bir boyutunun genişletilmesi mi?
Başka iki ayette de (13/2, 88/18) göğün yükseltildiğinden bahsedilmektedir.
Ayırca 79/28 ayetinde refe'a semkeha fe sevvaha (= onun kalınlığını yükseltti, onu düzenledi) denilmektedir.
Bu ayetteki semk kelimesi başka hiçbir ayette geçmemektedir.
Dolayısıyle bu kelimeyi araştırmak gerekiyor. İkincisi, gene ilk ayette geçen mizan kelimesiyle kozmolojik manada bir dengeden veya simetriden bahsedildiğini kabul etmek gerekiyor.
Bir sonraki ayette (55/8) geçen aynı kelimeyi nasıl anlamalıyız. Taşkınlık ederek kozmik mizan nasıl bozulabilir? Eğer bu iki ayette geçen mizan kelimelerinin ikincisini de kozmolojik manada anlayacak olursak, o zaman bu ayette ifade edilen durumu sunnetullah ile ilgili ayetler çerçevesinde anlamaya çalışmamız gerekir.
Allah gökleri görebileceğiniz bir direk olmadan yarattı (= haleka-s semavati bi gayri amedin teravneha); … (31/10)
Allah … gökleri direksiz yükseltmiştir (= rafeas semavati bi gayri amedin); sonra Arş'a istiva etmiştir; güneşi ve ayı da [emriyle] musahhar kılmıştır; emri yönetir ve ayetleri açıklar … (13/2)
İkinci ayetteki "gökleri direksiz yükseltmiştir" ifadesindeki rafea (= yükseltti) fiili hem göklerin genişletilmesi ile hem de boyut genişlemesi ile ilgili olabilir.
Göğü, yeri ve arasındakileri bir batıl (= hayal) olarak yaratmadık (= ve ma haleknas semae vel arda ve ma beynehüma batıla); bu inkar edenlerin zannıdır (= zann-üllezine keferu); ateşten vay hallerine o kafirlerin! (38/27)
[2]
. . .
Bu kitapta vaki bütün hatalar şahsımıza aittir ve bunlar okuyucu tarafından görüldüğü yerde düzeltilmelidir. Her şeyin en doğrusunu Allah (c.c.) bilir.
Ş. Kocabaş
İstanbul, Ekim 2003
AYRICA KİTAPTA KUR'AN-I KERİM İLE NASIL ARAŞTIRMA YAPILACAĞINI YAPTIKLARINI AÇIKLIYOR MUTLAKA OKUMALIYIZ DİYE DÜŞÜNÜYORUM...
KİTAPLARI KENDİ SİTESİNDEN İNDİREBİLİR VEYA İNTERNETTEN OKUYABİLİRİZ...
http://www.sakirkocabas.com/published.html (Döküman;İSLAM’DA GERÇEKLİK KAVRAMI, [2]Semavat ve Arzın Yaratılışıyla İlgili Ayetler)